GIDA GÜVENLİĞİ VE GIDA BAĞIMSIZLIĞINA YÖNELİK BÜYÜK TEHDİT: GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
Yazı: Ahmet ATALIK / TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
Dünya tarihi boyunca açlık önemli bir sorun oldu. Ancak, özellikle 1960-1980 yılları arasında yüksek verimli tohumların, tarım ilaçlarının, kimyevi gübrelerin, sulama sistemlerinin ve makine gücünün işin içine girmesi ile tarımsal üretimde büyük artışlar yaşandı ve bu dönem “Yeşil Devrim” olarak anıldı.
Bir süre sonra “Yeşil Devrim”in olumsuz etkileri yaşanmaya başladı. Şirketlerin artan etkinlikleri sonucunda tohumların çeşit sayısı azaldı ve yerel çeşitler yok olmanın eşiğine geldi. Tarım ilaçlarının ve kimyevi gübrelerin kullanımının yaygınlaşması insan ve çevre sağlığını tehdit ediyor. Yanlış sulama uygulamaları her yıl 2 milyon hektar tarım arazisinin tuzlanarak üretim dışında kalmasına neden oluyor. Fosil yakıtlarla çalışan tarım makineleri ve ulaşım araçları sera gazı üretimini hızlandırıyor. Üretim endüstrileşti, ama açlık son bulmadı.
Endüstriyel tarımın bir parçası olan GDO’lu tohumlar, özellikle tarım ilacı kullanımının azaltılması ve üretimin artırılarak açlığın önlenmesi noktasında 1990’lı yılların ortasından itibaren tarımsal üretim sistemine dahil edildi. Bu dönem, kimi çevrelerce “İkinci Yeşil Devrim” ve “Biyoteknoloji Devrimi” olarak adlandırıldı.
AB’nin 2001/18 EC Direktifi’nde açıkça tanımlandığı üzere; “İnsan hariç olmak üzere, doğal yolla gerçekleşmeyecek bir şekilde genetik materyali değiştirilmiş canlıya (bitki, hayvan, bakteri, vs) genetiği değiştirilmiş organizma adı veriliyor.” Laboratuvar ortamında ileri teknoloji kullanılarak üretilen bu tohumların yüzde 85’lik bölümü yabancı ot ilaçlarına tolerans ve haşerelere karşı direnç gösterecek şekilde üretiliyor. Bu kapsamda da bazı toprak bakterilerinin genleri bitkilere aktarılıyor. Ancak bu değişim, doğanın doğal işleyişi içinde meydana gelemiyor. İşte bu noktada GDO’lu tohumlar hibrit tohumlardan ayrılıyor. Zira, hibritleşmeyi doğa kendisi de yapıyor ve biyolojik çeşitlilik bu şekilde ortaya çıkıyor.
Açlığa çare değil!
GDO’lu tohumların dünyadaki açlığa çare olacağı iddia edildi. Ancak, Amerikan üniversiteleri pek çok eyalette kurdukları 8 bin 200 tarla denemesi ile üç yıl süreyle GDO’lu soya ve mısırın verim düzeyini takip etti, GDO’lu soyanın GDO’suzuna göre yüzde 6 ila yüzde 10, GDO’lu mısırın da yüzde 12 daha verimsiz olduğunu, kurak dönemlerde bu kayıpların çok daha yükseldiğini belirlediler. ABD Tarım Bakanlığı’nın 2006 yılında yayımladığı “The First Decade GE Crops in the US” raporunda da belirtildiği üzere, hiçbir GDO verim artışı sağlamamıştı.
Bir bitkinin yaşamsal enerjisi bellidir. Bitki, faaliyetlerini bu enerji çerçevesinde düzenler. Bitkiye aktarılan yabancı genler ile toksin (zehir) üretimi ve tarım ilacına karşı toleransı artırıcı protein üretme işlevi yüklendiğinde bitki bu faaliyetlerini de mevcut yaşamsal enerjisi ile yapmak zorunda kalır. Bu yönüyle de, GDO’lu tohumların daha verimli olabilmesi mümkün olmadı. Bu nedenle GDO’lu tohumların daha verimli olduğu iddiası artık kullanılmamaya başladı.
Tarım ilacı kullanımını artırıyor
GDO severlerin en çok kullandığı iddialardan biri de, tarım ilacı kullanımının azalacağıydı. Buna karşın, ABD Tarım Bakanlığı Ulusal İstatistik Servisi verileri kullanılarak Dr. Charles Benbrook tarafından yapılan ve 1996-2011 yıllarını kapsayan bir çalışmada, GDO’lu tohum kullanan çiftçilerin GDO’suz tohum kullananlara göre 183 milyon kg daha fazla tarım ilacı kullandığı görülüyor. ABD’den sonra GDO’lu tohumla tarım yapan ikinci ülke olan Brezilya’da ise, 2005 yılında hektara kullanılan tarım ilacı miktarı aktif madde olarak 7 kg iken, 2011 yılında yüzde 43,2’lik bir artışla 10,1 kg’a yükseldi. Yabancı ot ilacı kullanımı 2006 yılında 279 bin tondan yaklaşık yüzde 44’lük artışla 2011 yılında 404 bin tona yükseldi. Haşere ilacı satışları da aynı yıllar için 93 bin tondan 171 bin tona yükselerek yaklaşık yüzde 84’lük artış gösterdi. GDO’lu tohumlar yayıldıkça Brezilya dünyada en büyük tarım ilacı pazarı haline geldi.
GDO’lu tohumları da üreten altı çokuluslu şirketin tohum pazarındaki payına baktığımızda tarım ilacı kullanımının azalmasının çok da mümkün olmadığını görüyoruz. Bu şirketlerin küresel tohum pazarındaki payı yüzde 63; sadece üçünün küresel pazar payı, yüzde 55. Bu altı şirketin tarım ilacı pazarındaki payları ise yüzde 75 ve sadece üçünün payı yüzde 51. Bu oranlar, söz konusu şirketlerin hem tohum hem de tarım ilacı sektöründe tekel konumunda olduğunu gösteriyor. Tüm çabaları da, GDO’lu tohumları aracılığıyla patent süresi biten tarım ilaçlarında çiftçinin kendilerine olan bağımlılığını devam ettirmek.
Bulaşıcı genler
GDO’lu tohumların en önemli olumsuzluklarından biri de çevreye gen kaçışı. GDO’lu tohumla mısır üretilen bir tarlanın çevresindeki GDO’suz mısırların da tozlaşma yoluyla genetiği değişiyor. Ayrıca GDO’lu kanoladan yabani akrabası hardala gen kaçışı olduğu akademik çalışmalarla tespit edilmiş durumda. Bu konu özellikle biyolojik çeşitlilik ve gıdanın devamlılığı açısından önem taşıyor. Diğer yandan bu GDO’lu yabani akrabalar tarlaya kadar indiklerinde süper yabancı ot olarak karşımıza çıkıyor ve GDO’lu tohumun yanında verilen tarım ilacı ile yok edilemiyorlar.
Sağlığa etkisi
GDO’nun gıda güvenliği konusunu doğrudan ilgilendiren ve en çok tartışılan yanı ise insan sağlığına etkisi. Bir kısım bilim insanı GDO’lu gıdaların son derece sağlıklı olduğunu, kaşıntı bile yapmadığını savunuyor olsa da, çokuluslu şirketlerle çıkar ilişkisi içinde olmayan bazı bilim insanlarının GDO’lu yem ile gerçekleştirdikleri hayvan besleme deneylerinin sonuçları oldukça düşündürücü.
Avusturya Viyana Üniversitesi’nden Velimirov ve arkadaşlarının GDO’lu mısırla yaptıkları fare besleme çalışmasında, üçüncü nesilden sonra fareler kısırlaştığından üreme gerçekleşemedi ve çalışma devam ettirilemedi.
Malatesta ve arkadaşları, GDO’lu soya ile besledikleri farelerin karaciğer, pankreas ve testis fonksiyonlarında bozulmalar tespit ettiler.
Seralini ve arkadaşları GDO’lu mısırla besledikleri farelerin; kanlarındaki trigliserit miktarının yüzde 24-40 arttığını, karaciğerlerinde büyüme, beyinlerinde küçülme olduğunu, vücut ağırlıkları artarken böbrek parametrelerinin bozulduğunu, dişi farelerin kan şekerlerinin yüzde 10 yükseldiğini saptadı.
İtalyan Cattolica S. Cuore Üniversitesi’nden Mazza ve arkadaşları GDO’lu yemle besledikleri hayvanların kan, karaciğer, dalak ve böbreklerinde GDO’lu genlere rastladılar.
Tudisco ve arkadaşları, GDO’lu soya ile besledikleri tavşanların böbrek ve kalp enzim fonksiyonlarının bozulduğunu gözlemledi.
Türkiye’de yapılan araştırmalarda da benzer sonuçlar elde edildi. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Akay ve Araştırma Görevlisi Kılıç, GDO’lu yemle gerçekleştirdikleri hayvan besleme çalışmasında farelerin sindirim sistemi, karaciğer ve böbreklerinde tahribat saptadılar. Giresun Üniversitesi’nde de 2015 yılında yayımlanan ve GDO’lu yem ile hayvan besleme konusunu değerlendiren iki yüksek lisans tezinde de aynı bulgulara dikkat çekildi.
Catania Üniversitesi’nden Agodi ve arkadaşlarının marketlerden topladıkları 12 markaya ait 60 süt örneği üzerinde yaptıkları çalışmada, her dört örnekten birinde GDO’lu mısır veya soyaya ait gen parçaları tespit edildi, pastörizasyon işleminin dahi GDO’yu parçalayamadığı belirtildi.
Kanada’da Sherbrooke Üniversitesi’nden Prof. Aris ve Prof. Leblanc; kadınların kan örnekleri üzerinde yaptıkları bir çalışmada, GDO’lu gıdalarla beslenen kadınların-hatta bu çalışmada yer alan 30 hamile kadının doğmamış bebeklerinin kanında dahi bitkilere aktarılmış olan bakterinin zehrini tespit ettiler.
Fransa’da Rouen ve Caen Üniversiteleri’nden bir grup bilim insanının Prof. Seralini başkanlığında yaptıkları çalışmada, GDO’lu ürünlerle kullanılan glifosatın (yabancı ot ilacı aktif maddesi) çok düşük düzeylerde bile insan hücresinde tahribata yol açtığını ortaya kondu.
Lappe ve arkadaşları, kansere karşı direncimizi artıran isoflavonların GDO’lu soyalarda yüzde 12-14 daha az olduğunu, kalp sağlığı için yararlı fitoöstrojen konsantrasyonun ise daha düşük miktarda bulunduğunu ortaya çıkardı.
Shewmaker ve arkadaşları, yağ içeriğindeki A vitamini kapsamını artırmak amacıyla genetiğiyle oynanan kanolanın, GDO’suz kanola ile kıyaslandığında, E vitamini içeriğinin son derece azaldığı ve yağ bileşiminin değiştiğini saptadılar.
ABD Kaliforniya Salk Enstitüsü, Hücre Nörobiyolojisi Laboratuarı Başkanı Prof. David Schubert, “Genetiği değiştirilmiş gıdaların insanların sağlığını bozduğuna dair hiçbir kanıt yok, bu gıdalar güvenli söylemi son derece mantıksızdır ve doğru değildir. Bu görüşü doğrulayan hiçbir veri yoktur. Doğru dürüst epidemiyolojik çalışmalar olmaksızın pek çok zarar saptanamaz. Bu yönde de hiçbir çalışma yapılmamıştır” diyor.
UC Berkeley Üniversitesi Mikrobiyal Ekoloji Laboratuvarının kurucusu Prof. Dr. İgnacio Chapela’nın, Boğaziçi Üniversitesi’nin davetlisi olarak Haziran 2016’da verdiği konferansta söyledikleri ise GDO’ların risklerinin dikkate alınmadığını ortaya koyuyor: “Akademik kurumlar olarak test kısmını atladık ve GDO’lu ürünleri test etmeden kamuoyuna sunduk. GDO’lu ürünler insanlar üzerinde neredeyse hiç denenmedi, ama yine de bu araştırmalara her baktığımızda problemler ile karşılaşıyoruz”.
Çokuluslu şirketleri besleme projesi
Sonuç olarak, endüstriyel tarımın insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkilerini hafifletmek üzere piyasaya sürülen GDO’lar endüstriyel tarımın bir devamı. Sorunları çözemediği gibi yeni sorunlar yaratıyor. Bu yöntemler; dünyadaki açları değil, çokuluslu şirketleri besleme projesi, çiftçileri tohum ve tarım ilacı kapsamında sadece birkaç çokuluslu şirkete bağlama projesi, dünyadaki açlığa ya da tokluğa sadece birkaç çokuluslu şirketin karar verme projesi, tüm insanlığı birkaç çokuluslu şirketin yönetmesi projesi, biyolojik çeşitliliğin azaltılması, tek bir ürünün geniş alanlarda yetiştirilmesi (monokültür) projesi, tüm insanlığın ve tabiatın kobay olarak kullanılması projesi ya da bilimin ticarileştirilmesi ve gerçeklerin üzerinin örtülmesi projesi olarak nitelendirilebilir.
İnsan ve hayvan sağlığı ile biyolojik çeşitliliğin, dolayısıyla gıda güvenliğinin korunması açısından tüm veriler, insanoğlunun GDO’lu tohumlardan, bunlarla üretilmiş tarım ürünlerinden ve gıdalardan, GDO’lu yemle beslenmiş hayvansal ürünlerden uzak durması gerektiğini gösteriyor. Bunu sağlayabilmek için de başta GDO’ya Hayır Platformu olmak üzere meslek odalarına, derneklere ve çevre örgütlerine büyük sorumluluklar düşüyor.
Fotoğraflar: non-gmoreport.com, naturalnews.com, yesilgazete.org
2 Comments
Yorum Bırakın
Bu yazıda bahsi geçen araştırmaların kaynakları ve yılları belirtilmemiş. Yazardan kaynakçayı talep ediyorum. Teşekkürler.